11 Kasım 2016 Cuma

BİLEŞİKLERİN ADLANDIRILMASI

İYONİK BAĞLI BİLEŞİKLER
İyonik bileşiklerin adlandırılması yapılırken önce katyonun adı, sonra da anyonun adı belirtilir.
Tek Değerlik Alan Metallerin Bileşikleri
Tek değerlikli metal katyonlarının ametal anyonları ile oluşturduğu iyonik bileşiklerdir.
Kullanılan ametal halojen ise;
METAL ADI + HALOJEN ADI + (ÜR) EKİ
şeklinde adlandırma yapılır.
Örneğin;
Formül                      Adlandırma
KCl                        Potasyum klorür
NaF                       Sodyum florür
MgBr2                  Magnezyum bromür
Kullanılan ametal oksijen ise;
METAL ADI + OKSİT
şeklinde adlandırma yapılır.
Örneğin;
Formül                       Adlandırma
K2O                        Potasyum oksit
CaO                       Kalsiyum oksit
Na2O                     Sodyum oksit
Kullanılan ametal azot ise;
METAL ADI + NİTRÜR
şeklinde adlandırılır.
Örneğin;
Formül                         Adlandırma
Ca3N2                      Kalsiyum nitrür
K3N                           Potasyum nitrür
Kullanılan ametal fosfor ise;
METAL ADI + FOSFÜR
şeklinde adlandırma yapılır.
Örneğin;
Formül                          Adlandırma
Mg3P2                          Magnezyum fosfür
Kullanılan ametal karbon ise;
METAL ADI + KARBÜR
şeklinde adlandırma yapılır.
Örneğin;
Formül                           Adlandırma
KH                                  Potasyum hidrür
Kullanılan ametal kükürt ise;
METAL ADI + SÜLFÜR
şeklinde adlandırma yapılır.
Örneğin;
Formül                          Adlandırma
Na2S                             Sodyum sülfür
MgS                              Magnezyum
Metal – kök iyon bileşiklerinde;
METAL ADI + KÖK İYONU
şeklinde adlandırma yapılır.
Örneğin;
Formül                           Adlandırma
Ca(OH)2                         Kalsiyum hidroksit
KNO3                              Potasyum nitrat
İki kök iyondan oluşan bileşiklerde;
KATYON KÖK İYONUNUN ADI + ANYON KÖK İYONUNUN ADI
şeklinde adlandırma yapılır.
Örneğin;
Formül                              Adlandırma
NH4NO3                           Amonyum nitrat
(NH4)2SO4                          Amonyum sülfat
NH4MnO4                          Amonyum permanganat
Değişik Değerlik Alan Metallerin Bileşikleri
Bazı metaller birden fazla değerliğe sahiptir. Bu metallerin oluşturduğu iyonik bileşikler adlandırılırken, metal adından sonra metalin bileşikte aldığı yükün sayısal değeri parantez içinde Romen rakamıyla belirtilir.
METAL ADI + (ROMEN RAKAMI İLE METALİN ADLIĞI YÜKÜN SAYISAL DEĞERİ) + İYON ADI
şeklinde adlandırma yapılır.
Örneğin;
Formül                                                    Adlandırma
Cu2O (Cu, 1+ değerliklidir.)           Bakır (I) oksit
CuO (Cu, 2+ değerliklidir.)             Bakır (II) oksit
Fe2O3 (Fe, 3+ değerliklidir.)           Demir (III) oksit
PbO2 (Pb, 4+ değerliklidir.)            Kurşun (IV) oksit
Cr2O3 (Cr, 3+ değerliklidir.)            Krom (III) oksit
PbCO3 (Pb, 2+ değerliklidir.)          Kurşun (II) karbonat
KOVALENT BAĞLI BİLEŞİKLERİN ADLANDIRILMASI
AMETAL – AMETAL BİLEŞİKLERİ
Kovalent bağlı bileşikler adlandırılırken, bileşikteki ametallerin sayıları Latince rakamlarla belirtilir.
Latince Sayılar
1- mono          6- hekza
2- di                 7- hepta
3- tri                 8- okta
4- tetra            9- nona
5- penta         10- deka
Ametal – ametal bileşiklerinin adlandırılması Latince sayı öne eklerinden yararlanılır.
1. Ametal                                                   2. Ametal
Atomunun                     1. Ametal           Atomunun                      2. Ametal
Sayısına Karşılık     +     Atomunun   +    Sayısına Karşılık    +      Atomunun
Gelen Latince                    Adı                  Gelen Latince                 İyon Adı
Ön ek                                                         Ön Ek
NOT: Birinci ametalden bir tane varsa sayı ön eki olan mono kullanılmaz.
Örneğin;
Formül                         Adlandırma
CCl4                               Karbon tetraklorür
N2O5                                               Diazot pentaoksit
N2O4                              Diazot tetraoksit
NO2                               Azot dioksit
PCl3                               Fosfor triklorür
PCl5                               Fosfor pentaklorür
SO2                                                  Kükürt dioksit
CS2                                 Karbon disülfür
Bazı Bileşiklerin Özel İsimleri
Formül                          Adlandırma
H2O                               Su
NaHCO3                        Yemek sodası
NaCl                              Sofra tuzu
CaCO3                           Kireç taşı
NH3                               Amonyak
CaSO4.2H2O                 Alçı
HNO3                            Kezzap
CaO                               Sönmemiş kireç
Na2CO3.10H2O             Çamaşır sodası
CH3COCH3                    Aseton
HCl                                Tuz ruhu
CH3COOH                     Sirke asidi
KARIŞIK ÖRNEKLER
Formül                        Adlandırma
MgMnO4                     Magnezyum manganat
AlN                                Alüminyum nitrür
Ca(HCO3)2                  Kalsiyum bikarbonat
Al2(SO4)3                     Alüminyum sülfat
FePO4                            Demir (III) fosfat
MnS                                Mangan (II) sülfür
CuCl2                             Bakır (II) klorür
P2O5                               Difosfor pentaoksit
Cr2(Cr2O7)3                 Krom (III) dikromat
SO3                                  Kükürt trioksit
FeMnO4                        Demir (II) manganat
Zn3(PO4)2                    Çinko fosfat

9 Kasım 2016 Çarşamba

KİMYA VE SİMYA

Kimya ve Simya


Kimya ile simya arasındaki fark anlayabilmek için kimya tarihini incelememiz gerekir çünkü simya modern kimyanın öncüsüdür. 17. yüzyılda hem kimya hem de simya maddenin analiz, sentez ve değişimini incelemek için yapılan çalışmalara verilen isimdi. Fakat 18. yüzyılda simya metallerden altın meydana getirme işlemine denmeye başlandı. Modern kimyanın gelişimi ise simyacıların çalışmalarıyla başladı.

Simya

Simyanın birkaç anlamı var. Başlangıçta simya ifadesi kutsal kimya yerine kullanıldı. Bazı tarihçiler simyanın kökeninin eski Mısır, Hindistan ve Çin olduğunu söyler.
Kimya ile Simya Arasındaki Fark
Simya; din, mitoloji, astroloji, felsefe, sihir, ruhçuluk, kültür ve diğer bazı parçaları bir arada tutan bir ağ gibidir. Yunan filozofların simyanın gelişiminde etkileri olmuştur. Başlangıçta sadece dört elementin olduğu ve evreni inşa eden temel yapı taşlarının bunlar olduğu düşünülürdü. Bu dört element suateşhava ve toprak idi. Bu elementlerin küçük parçalara ayrılamayacağı fakat diğer tüm şeylerin küçük parçalara ayrılabileceği düşünülürdü.
İlk simyacılar metali çok iyi kullanabilen çok yetenekli zanaatkarlar idi. Altın ve gümüşü kullanarak zengin ve soylu kimseler için aletler ve süsler yaparlardı. Ucuz sahte malzemeler kullanarak da fakirler için süsler yaparlardı. Adi metalleri altına çok kolay bir şekilde dönüştürebildiklerine inanırlardı. Metalleri altın renge kavuşturmak için pek çok kimyasal işlem yaparlardı. Bu işlemler sırasında pek çok kimyasal reaksiyon öğrenip, aparat geliştirdiler.

Kimya

Kimya kelimesi 17. yüzyılda maddeleri maniple edip değiştiren pratik sanatı tanımlamak için kullanılırdı. 19. yüzyılın ortalarından günümüze geçen zaman dilimi modern kimya dönemi olarak bilinir. Modern kimya simya üzerine kuruldu. Daha sonra biyokimya, nükleer kimya, kimya mühendisliği ve organik kimya gibi alanlar oluştu.

Kimya ile Simya Arasındaki Fark

• Simya modern kimyanın öncüsüdür. Simyacıların keşifleri daha sonra kimyacılar tarafından kullanıldı.
• Simya deneylere ve deneyimlere bağlıydı ve bilimde çok bir temeli yoktu. Kimya hem deney hem bilime dayanır.
• Modern kimya bilimsel teorilere ve deney sonuçlarına dayanır. Simya ise mit, din, astroloji, sihir, felsefe ve ruhçuluğun karışımıdır.
• Modern kimyanın çok fazla pratik uygulaması vardır, simya dönemi ise modern kimyanın başlangıcı sayılır.

7 Kasım 2016 Pazartesi

FİZİKSEL VE KİMYASAL OLAYLAR

Fiziksel ve Kimyasal Olay

FİZİKSEL VE KİMYASAL DEĞİŞMELER :
Günlük hayatımızda çeşitli etkiler sonucunda maddelerde bazı değişimler olduğunu görürüz. Örneğin bir kağıdı yaktığımızda kağıdın kül olduğunu, bir buz parçasını sıcak bir yere koyduğumuzda buzun eridiğini, annemizin çeşitli sebzeleri pişirerek yemek yaptığını hepimiz görmüşüzdür.
Maddelerde meydana gelen değişimler 2 grupta incelenebilir:
• Fiziksel değişmeler
• Kimyasal değişmeler
  1. 1.      Fiziksel Değişmeler:
    Maddenin yapısı değişmeden sadece dış görünüşünde meydana gelen değişmelerdir. Fiziksel değişmeler sonucunda yeni maddeler oluşmaz. Sadece maddenin renk, şekil, büyüklük gibi özellikleri değişir. Fiziksel değişmeler sonucunda maddenin kimliği değişmez.
    Örnekler:
    • Buzun erimesi
    • Kağıdın yırtılması
    • Tebeşirin toz haline getirilmesi
    • Küp şekerin ezilerek toz şeker haline getirilmesi
    • Suyun donması
    • Çaydanlıktaki suyun buharlaşması
    • Camın buğulanması
    • Akşamları gökyüzünün renginin maviden kızıla dönüşmesi
    • Altından bilezik yapılması
    • Odunun kırılması
    • Camın kırılması
    • Yemek tuzunun suda çözünmesi
    • Yoğurttan ayran yapılması
    • Bakırdan tencere yapılması
    • Havucun rendelenmesi

  1. 2.      Kimyasal Değişmeler:
    Maddenin iç yapısında meydana gelen değişmelerdir. Kimyasal değişmeler sonucunda maddenin kimliği değişir ve yeni maddeler oluşur. Kimyasal değişmeye uğrayan maddeler eski haline döndürülemez.
    Örnekler:
    • Kömürün yanması
    • Sütten yoğurt ve peynir yapılması
    • Demirin paslanması
    • Meyvelerin çürümesi
    • Un ve sudan hamur yapılması
    • Kumdan cam yapılması
    • Ekmeğin küflenmesi
    • Kabartma tozunun üzerine limon sıkılması
    • Canlıların ölmesi
    • İnsanın sindirim ve solunum yapması
    • Bitkilerin fotosentez yapması
    • Üzüm suyundan sirke yapılması
    • Doğal gazın yanması
    • Dişlerimizin çürümesi
    • Yumurtanın haşlanması
    • Gümüşün açık havada zamanla kararması
    NOT : Kimyasal değişmeler sonucunda hem maddenin görünümü değişir hem de yeni maddeler oluşur.

HAL DEĞİŞİM OLAYLARI
Bir maddenin dışarıdan ısı (enerji) alarak veya dışarıya ısı (enerji) vererek bir halden başka bir hale geçmesine; “hal değiştirme” denir.

4 Kasım 2016 Cuma

Asal Gazlar Neden Asildir?

              Asal Gazlar Neden Asildir?

Çoğu kültürde; provoke edildiğinde sinirlenmeyen, hiçbir şey tarafından etkilenmeyen ve temelinde de her koşulda şerefini koruyan kişilere asil olarak adlandırırız. Şimdi bu durumu gazlardan bir kısmı gösterse, onlara Asal gaz adını mı vermemiz gerekir?
Elementlerin asaleti
     BalloonElementlerden bazıları soylu insanlar gibi davranmaktadır. Her ne yaparsak yapalım, tamamen etkileşime(reaksiyon)a girmezler. Bunlar iki tiptir. Soy metaller ve soy gazlar. İridyum, platin ve altın soy metallerdir; helyum, neon, argon, kripton, ksenon ve radon ise soy gazlardır.
Niçin Kimyasallar Tepki Verir?
   Bildiğiniz gibi, tüm elementler atomlarında elektronlarına sahiptir. Elektronlar bir çift olmayı severler. Bir elektron yalnızsa, diğer eşini bulana kadar mutsuz kalacaktır. Bir elektron başka bir atomdaki başka yalnız elektronu bulursa; diğer atom ve o atomla bir araya gelmektedir. Böylece kimyasal reaksiyon olayı gerçekleşmektedir.
Bazı kimyasallar mesela sodyum gibi fazladan elektronları vardır. Diğer kimyasallar mesela klor, oksijen gibi bir veya iki tane elektrona ihtiyaç duyarlar. Bundan dolayı, eğer onlar birbirlerini gördüklerinde, hemen etkileşirler. Bu etkileşimden dolayı onlara temel elementler adı verilmektedir.
Bu özellikler olmasına rağmen soy gazlar niçin farklıdır? Her elektronun soy gaz atomlarında bir eşi vardır. Burada elektron kaybetmek ve yerini doldurmak gibi durumlar yoktur. Bu nedenden dolayı, asal gazlar hiçbir şeyle tepkime vermezler. Aslında böyle değildir. Asal gazları çok fazla ısıtırsak veya üzerlerine aşırı basınç uygularsak, elektron çifti dağılır ve reaktif durumuna geçmeye başlarlar. Bu gibi durumlar normal doğamızda olması imkânsız olaylardır; ancak büyük yıldızların derinliklerindeki durum hariç.
Ksenon yağ türevli maddelerde çözünmektedir, tıpkı hücre membranlarının yağ tabakasını oluşturması gibi. Dolayısıyla, anestetik olarak kullanılır, çünkü yağ tabakasına kolayca nüfuz edebilmekte ve sinir hücrenin işlevini bitirebilmektedir. Ksenon, oldukça güvenlidir ve başka maddeden kullanılan anestetikten daha hızlı uyandırabilme özelliği vardır.
Soy Gazların Herhangi Bir Kullanım Alanı Var Mıdır?
     Çoğu element kullanışlıdır, çünkü diğer elementlerle beraber karmaşık bileşiklerini oluşturmaktadırlar; fakat soy gazlar tamamen kullanışsızdırlar. Aslında birkaç eğlenceli yerlerde kullanım alanları bulunmaktadır.
Doğum günü partilerinde, balonların belli bir seviyeye gelerek orada kaldıklarını görürüz; çünkü içerlerinde helyum gazına sahiptirler. Mercan kayalıkları hakkında bir televizyon programı seyrettiysen dalgıçların sırtlarında silindir şeklindeki nesneleri görürsün. Bu silindir şeklindeki tüp oksijen ve helyum karışım gazıyla doludur. Silindir şeklinde olması onu daha hafif yapmakta ve dalgıçların daha kolay nefes almasını sağlamaktadır.
Hepimiz neon lambaların ne kadar harika bir şey olduğunu biliriz. Neon gazı, daha parlak ışık vermesi için tüplere doldurulmaktadır. Tüpü farklı şeylerle kaplarsak, farklı renklerde neon lambaları elde ederiz. Diğer asal gazlarda bu lambalarda kullanılabilir.
Hepimiz sinema salonların daha etkili olmasını talep ederiz. Bunu daha iyi yapmanın nedeni Ksenon’dur. Ksenon, ekrandaki filmin lambasının doldurulmasında kullanılır. Ksenon, argon ve kripton gibi hava yerine bu gazlarla doldurulmuş elektrik lambaları mevcuttur. Lazer ışınları; argon, kripton veya ksenon lambalarının damarlardaki kolesterol engelini ortadan kaldırmak ve göz kusurlarının düzeltilmesi amacıyla cerrahlar tarafından kullanılır.
Kaynaklar:
1) http://humantouchofchemistry.com/why-are-noble-gases-noble.htm
2) https://periodicfun.wikispaces.com/file/view/HeliumBalloons.jpg/97941415/HeliumBalloons.jpg

3 Kasım 2016 Perşembe

ATOM KAVRAMININ GELİŞİMİ

                    ATOM KAVRAMININ GELİŞİMİ


Bugün bildiğimiz atom bilgisi, teorik ve deneysel konularda yıllardır sürekli yapılan çalışmaların bütünüdür. Çalışmalar sonucunda atomun varlığı kesin bilgi hâlini aldıktan sonra, onları daha yakından tanımak, özelikleri ile ilgili araştırma ve incelemeler yapmak için modeller tasarlanmaya başlanmıştır. Model, bir konu ya da olayın anlaşılmasını kolaylaştırmak amacıyla tasarlanır, ancak olayın gerçek niteliğini belirtmez.
Atom modelleri; bilim adamları tarafından hayal edilmiş tablolardan ibarettir. Bunlar atomu doğrudan doğruya gözlemleyerek yapılan tasarılar değildir. En sade atom modelinde atomlar, içi dolu esnek küre olarak kail edilir. Şimdi atom modellerini inceleyelim.

1803 - Dalton Atom Modeli

Sabit oranlar kanunu ve katlı oranlar kanunu olarak gördüğümüz bileşik-i terdeki kütlesel ilişkilere bakarak 1803 yılında John Dalton, maddelerin çok çok küçük yapı taşlarının topluluğu halinde bulunduğu, fikrini ileri sürdü. Dalton atom teorisi olarak ortaya konulan temel özellikler şunlardır;
  1. Maddelerin özelliklerini gösteren birim parçacıklar atomlar veya atom gruplarıdır.
  2. Aynı cins elementlerin atomları birbirleriyle tamamen aynıdır.
  3. Atomlar içi dolu kürelerdir.
  4. Farklı cins atomlar farklı kütlelidir.
  5. Maddenin en küçük yapıtaşı atomdur. Atomlar parçalanamaz.
  6. Atomlar belli sayılarda birleşerek molekülleri oluştururlar. Örneğin, 1 atom X ile l atom Y'den XY, l atom X ile 2 atom Y den XY2 bileşiği oluşur. Oluşan bileşikler ise standart özellikteki moleküller topluluğudur.
Atomla ilgili günümüzdeki bilgiler dikkate alındığında Dalton atom modelindeki eksikliklere ek olarak üç önemli yanlış hemen fark edilir.
  1. Atomlar, içi dolu küreler değildir. Boşluklu yapıdadırlar.
  2. Aynı cins elementlerin atomları tam olarak aynı değildir. Kütleleri farklı (İzotop) olanları vardır.
Maddelerin en küçük parçasının atom olduğu ve atomların parçalanamaz olduğu doğru değildir. Radyoaktif olaylarda atomlar parçalanarak daha farklı kimyasal özellikte başka atomlara ayrışabilir; proton, nötron, elektron gibi parçacıklar saçabilirler.

1902 - Thomson Atom Modeli

Üzümlü kek şeklindeki atom modeli;

Dalton atom modelinde (-) yüklü elektronlardan ve (+) yüklü protonlardan söz edilmemişti. Yapılan deneyler yardımıyla, katot ışınlarından elektronun, kanal ışınlarından protonun varlığı ortaya konulmuştu. Bu bilgiler ışığında Thomson'un atomla İlgili fikirlerini aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.
  1. Protonlar ve nötronlar yüklü parçacıklardır. Bunlar yük bakımından eşit, işaretçe zıttırlar. Proton + 1 birim yüke; elektron ise -l birim yüke eşittir.
  2. Nötr bir atomda proton sayısı elektron sayısına eşit olduğundan yükler toplamı sıfırdır.
  3. Atom yarıçapı 10-8 cm olan bir küre şeklindedir. Söz konusu küre içerisinde proton ve elektronlar atomda rast gele yerlerde bulunurlar. Elektronun küre içindeki dağılımı üzümün kek içindeki dağılımına benzer.
  4. Elektronların kütlesi ihmal edilebilecek kadar küçüktür. Bu nedenle atomun ağırlığını büyük ölçüde protonlar teşkil eder.
Nötron denilen parçacıklardan bahsedilmemesi Thomson Atom teorisinin eksiklerinden biridir. Proton ve elektronların atomda rastgele yerlere bulunduğu İddiası ise teorinin hatalı yönüdür.

1911 - Rutherford Atom Modeli

Güneş sistemine benzeyen atom modeli;

 Bu modele göre, atom küre şeklindedir. Ve küre içerisinde proton ve elektronlar bulunmaktadır. Acaba bu proton ve elektronlar atom içerisinde belirli bir düzene mi, yoksa rastgele bir dağılım içerisinde mi bulunuyorlar? Bu sorunun cevabı daha bulunamamıştı. Rutherford bu sorunun cevabı ve Thomson atom modelinin doğruluk derecesini anlamak için yaptığı alfa (a) parçacıkları deneyi sonucunda bir model geliştirmiştir.

Polonyum ve radyum bir a-ışını kaynağıdır. Rutherford, bir radyoaktif kaynaktan çıkan a-taneciklerini bir demet hâlinde iğne ucu büyüklüğündeki yarıktan geçirdikten sonra, kalınlığı 10-4 cm kadar olan ve arkasında çinko sülfür (ZnS) sürülmüş bir ekran bulunan altın levha üzerine gönderdi.

Altın levhayı geçip ekran üzerine düşen a - parçacıkları ekrana sürülen ZnS üzerinde ışıldama yaparlar. Böylece metal levhayı geçen a - parçacıklarını sayma imkanı elde edilir. Rutherford, yaptığı deneylerde metal levha üzerine gönderilen a- parçacıklarının % 99,99 kadarının ya hiç yollarında sapmadan ya da yollarından çok az saparak metal levhadan geçtiklerini, fakat çok az bir kısmının ise metale çarptıktan sonra büyük bîr açı yaparak geri döndüklerini gördü. Rutherford daha sonra deneyi altın levha yerine, kurşun, bakır ve platin metallerle tekrarladığında aynı sonucu gördü. Kinetik enerjisi çok yüksek olan ve çok hızlı olarak bir kaynaktan çıkan a - parçacıklarının geriye dönmesi için;
  1. Metal levhada pozitif kısmın olması,
  2. Bu pozitif yüklü kısmın kütlesinin (daha doğrusu yoğunluğunun) çok büyük olması gerekir.
Bu düşünceden hareketle Rutherford, yaptığı bu deneyden şu sonuçlan çıkardı.

Eğer, a tanecikleri atom içerisindeki bir elektrona çarpsaydı, kinetik enerjileri büyük olduğu için elektronu yerinden sökerek yoluna devam edebilirlerdi. Ayrıca, a - taneciği pozitif, elektron negatif olduğundan geriye dönüş söz konusu olmaması gerekirdi. Bu düşünceyle hareket eden Rutherford, metale çarparak geriye dönen alfa parçacıklarının sayısı metal levhadan geçenlere oranla çok küçük olduğundan; atom İçerisinde pozitif yüklü ve kütlesi büyük olan bu kısmın hacmi, toplam atom hacmine oranla çok çok küçük olması gerektiğini düşünerek, bu pozitif yüklü kısma çekirdek dedi.

1913 - Bohr Atom Modeli

Kuantum teorisinin sahneye çıkışı;

1913 yılında Neils Bohr, hidrojen atomunun spektrum çizgilerini ve Planck'ın kuantum kuramını kullanarak Bohr kuramını ileri sürdü. Bu bilgiler ışığında Bohr postulatları şöyle özetlenebilir.

1. Bir atomdaki elektronlar çekirdekten belli uzaklıkta ve kararlı hâllerde hareket ederler. Her kararlı hâlin sabit bir enerjisi vardır.

2. Her hangi bir kararlı enerji seviyesinde elektron dairesel bir yörüngede (orbitalde) hareket eder. Bu yörüngelere enerji düzeyleri veya kabukları denir.

3. Elektron kararlı hâllerden birinde bulunurken atom ışık (radyasyon) yayınlamaz. Ancak, yüksek enerji düzeyinden daha düşük enerji düzeyine geçtiğinde, seviyeler arasındaki enerji farkına eşit bir ışık kuantı yayınlar. Burada E = h-i) bağıntısı geçerlidir.

4. Elektron hareketinin mümkün olduğu kararlı seviyeler, K, L, M, N, O gibi harflerle veya en düşük enerji düzeyi l olmak üzere, her enerji düzeyi pozitif bir tam sayı ile belirlenir ve genel olarak "n" İle gösterilir, (n: 1,2,3 .....¥)

Bohr'a göre, elektronlar çekirdekten belirli uzaklıklarda dairesel yörüngeler izlerler. Çekirdeğe en yakın yörüngede bulunan (n = 1) K tabakası en düşük enerjilidir. Çekirdekten uzaklaştıkça tabakanın yarıçapı ve o kabukta bulunan elektronun enerjisi artar. Elektron çekirdekten sonsuz uzaklıkta iken (n @ ¥) elektronla çekirdek arasında, çekim kuvveti bulunmaz. Bu durumda elektronun potansiyel enerjisi sıfırdır. Elektron atomdan uzaklaşmış olur. Bu olaya iyonlaşma denir.

1923 - De Broglie'nin Atom Modeli

De Broglie'nin dalga modeli;

Bohr'un atom modeli elektronların yörüngeler arası geçişlerin mümkün kılan "enerji (kuantum) sıçramaları" açıklamakta yetersiz kalmaktaydı. Bunun çözümü Fransız fizikçisi Prens Victor De Broglie tarafından teklif edildi. De Broglie, bilinen bazı taneciklerin uygun koşullar altında tıpkı elektromanyetik radyasyonlar gibi, bazen de elektromanyetik radyasyonların uygun şartlarda tıpkı birer tanecik gibi davranabileceklerini düşünerek elektronlara bir "sanal dalga"nın eşlik ettiği öne sürerek bir model teklif etti. Bu modele göre farklı elektron yörüngelerini çekirdeğin etrafında kapalı dalga halkaları oluşturmaktaydılar.

1927 - Born'un Atom Modeli

Olasılık kavramına dayanan atom modeli;

Almanyalı kuramsal bir fizikçi olan Born Heisenberg'in belirsizlik ilke katlamakla beraber bir takım olasılık ve istatistiki hesaplar neticesinde bir elektronun uzaydaki yerini yaklaşık olarak hesap etmenin mümkün olabileceğini öne sürdü. Born Schrödinger'in dalga denklemini olasılık açısından yorumlayarak dalga mekaniği ile kuantum teorisi arasında bir bağıntı kurdu. Böylece elektronun uzayın bir noktasında bulunması ihtimalinin hesaplanabileceğini göstermiş oldu.

Modern Atom Modeli

Modern atom modeli, dalga mekaniğindeki gelişmelerin elektronun hareketine uygulanmasına dayanmaktadır. Bu modelin öncüleri Lois de Broglie , Heisenberg ve Schrödinger gibi bilim adamlarıdır.

Modern atom modeli, atom yapısı ve davranışlarını diğer atom modellerine göre, daha iyi açıklamaktadır. Bu model, atom çekirdeği etrafındaki elektronların bulunma olasılığını kuantum sayılan ve orbitaller ile açıklar, kuvantum sayıları, bir atomdaki elektronların enerji düzeylerini belirten tam sayılardır. Orbitaller ise elektronun çekirdek etrafında bulunabilecekleri bölgelerdir.

Elektron tanecik olarak düşünüldüğünde; orbital, atom içerisinde elektronun bulunma olasılığı en yüksek olan bölgeyi simgeler. Elektron maddesel bir dalga olarak düşünüldüğünde ise, orbital, elektron yük yoğunluğunun en yüksek olduğu bölgeyi simgeler. Yani, elektron tanecik olarak kabul edildiğinde elektronun belirli bir noktada bulunma olasılığından, dalga olarak kabul edildiğinde ise elektron yük yoğunluğundan söz edilir